29 Kasım 2019 Cuma

İKTİSATÇI BELGESELİ’NE DAİR


         “iktisat aslında bir ahlâk bilimidir”
Eserin İstanbul Galasının gitmeyi planlamış olduğum BİFO konseriyle aynı güne denk geldiğini 3 hafta öncesinde öğrendiğimde tercihte biraz arafta kaldım.Yine de belgeselin özellikle iktisada dair olması ve bir zamanlar öğrencisi olduğum üniversite hocamın hazırlamış olması kararımda önemli rol oynadı.
Gösteri başlangıcında ekibin kıymetli hocalardan edindiği arşivlerin ve eserin kamera arkası görüntülerinin Arif Sağ - İnsan Olmaya Geldim türküsüyle beraber paylaşılması özellikle çok sevdiğim türkülerden biri olmasından kaynaklı beni fazlasıyla etkiledi.Aslında bu türkü zihnimde hep Aziz Nesin’in Soyadını alma hikâyesiyle ilişkili durur.Esere dönecek olursak girişte Günümüz Hazine ve Maliye Bakanı’nın seçim öncesi yapmış olduğu o meşhur dolar açıklamasıyla başlıyor.Açıklamaya başlayışıyla salondaki neredeyse tüm izleyenlerin kahkaha atması bir oldu.Bunun üzerine Korkut Boratav Hocamızın mesleklerin yozlaşmasıyla ilgili sözleri de giriş için fazlasıyla doyurucuydu.Her ne kadar eserin mesleğin gidişatıyla ilgili bir inceleme olduğu belirtilse de olay örgüsü Bretton Woods’dan Opec Krizine, Marx’tan Keynes’e ve hatta Keynes’le beraber Kapitalizm’de oluşan bahar havasının Sovyetler Birliği’ne karşı(yani Sosyalizm’e) mücadele etmesine kadar kısa detaylarla doluydu.Gerçi bu yargımın hocalarımızın bu dönemlerdeki yorumlarından hariç olarak anlatıcının didaktik anlatımları için geçerli diyebilirim.Ancak olay örgüsünde iktisat tarihi konusunda kabul ettiğim yargılarla karşılaşmak beni memnun etmedi diyemem.Fakat giriş kısmının 2. Yarısı için fazlasıyla kısıtlı bir bilgi geçidinin ana konu için yararlı olup olmadığıyla ilgili kararsız kaldım diyebilirim.
1402 Sayılı Kanun’la beraber Türkiye’nin en değerli İktisatçılarının tehlikeli ibaresiyle meslekten uzaklaştırılması ve o dönemde yaşadıkları trajikomik olaylar izleyiciyi en fazla etkileyen kısımlardan biri olduğunu düşünüyorum.Tabi Prof.Sadun Aren’in unutulmaması ve bu belgesele dahil edilmesi beni en etkileyen noktadır.Sadun Aren ve Korkut Boratav gibi hocalarla okul içerisinde  herhangi bir kaynaktan ulaşamamak da bugünün iktisatçı hocalarının sorunu.Tabi bu konuya son kısımda girmeyi planlıyorum.
Final Kısmında Türkiye’nin son 20 yıldaki iktisadi koşul ve gidişatıyla beraber tüm akademisyenleri etkileyen kararlar ele alınıyor.Bu kısımda oldukça duygusal ve etkileyiciydi.
İşin aslına bakarsanız izlediğim birçok iktisadi belgeselde duygusallığın böylesine işlendiği bir anlatımı görmedim.Yani sanatsal duygular ve hisler belgesel için söz konusu ve bu büyük bir başarı.Bitiş kısmının bir anda olması ve tam bir sonuca bağlanmaması bende eserin bir belgesel serisi olacağı izlenimini uyandırdı.Tam olarak bir başyapıt niteliğinde olan eserin böylesine kopuk bitişi beni üzmedi diyemem.
Galanın sonundaki Soru-Cevap kısmı bir yandan hüsrana diğer yandan da daha fazla çalışma hissine itti.
Marmara İktisat mezunu bir arkadaşımızın sorusu,üstüne Hukuk mezunu bir arkadaşımızın enerji ve dış ticaret açığı ile ilgili söylemleri ve onun üzerine yapılan yorumlar beni gerçekten bu meslekteki hocaların iktisat için daha fazla canla başla çalışmaları hissini uyandırdı.Bunun haricinde Çiğdem hocamızın aslında farklı bir anlamda ifade etmiş olmak istese de bu ülke içerisinde 10 kişiye dahi yazarak ulaşmanın bu toplumun iktisadi sorununa ya da toplumsal sorununa çözümüne katkısının olmayacağını ifade etmesi de derinden üzdü.Hatta kendi eserinin de bir çözüm olmadığı ifadesi de bu üzüntüyü katladı.Türkiye gibi bir toplumda herhangi kimsenin çözüm için yazdığı değil bir paragraf 1 kelime dahi yazması umuttur.Böyle konularda daha çok lokal yaklaşım düşünülmeli.Bir kişinin 100 arkadaşı var ise 10 tanesine fikrini yansıtması başarıdır.Hatta 10 kişinin ona dönüt olarak eleştiri yazısı yazması yeni 10 kişileri doğurabilecektir.Bir anda matematik problemi gibi 10 kişiden  111 kişiye çıktı sayımız.Bunun haricinde salon içerisinde soruları tam da netleşmeyen arkadaşlarımıza cevaben dönen bazı hocaların da gözlerini kısarak yanıt vermeleri ilginç ötesi şaşırttı.Çünkü bu arkadaşlar öğrencilerdi ve mezun oldular.Belki onların elinden mezun oldu belki de olmadı.Fakat arkadaşlarımızın sorudaki tıkanıklıkları ve iktisatla ilgili net olmayan ifadeleri nedeniyle orada bulunan tüm değerli iktisatçıların şapkasını çıkarıp önüne koyması gerektiğine inanıyorum.”Öğrencilerimiz eser içerisinde izlediğimiz ve tasvip etmediğimiz iktisatçıların jargonuyla konuşuyorlar.Nerede yanlış yaptık?”
Süreç zincirine 90’ların neden eklenmediğine dair soru soran arkadaşımız aslında güzel bir pas atmış olsa da sorunun cevabı sanırım salondaki rabarbadan tam yerli yerine oturmadı.Son olarak Cari Açıkla ilgili bir soruya dışa bağımlılığın tüm kalemlerinin önemli etkisi olduğu cevabı verilmiş olsa da cari açığın ya da cari fazlanın refah seviyesine etkisi ya da tamamen bir iktisadi kurtuluş olduğu söylenemez.

Bizi böylesine güzel bir eserle buluşturan Çiğdem Hocamıza,zaman ayırıp röportaj veren kıymetli hocalarımıza ve diğer tüm kamera arkası ekibine teşekkür ediyor ve kendilerini Hasan Hüseyin’in güzel bir şiiriyle selamlamak istiyorum:

“biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında su
torbasında ekmek
ve kemerinde kurşun kalmamışları
ayakta tutabilir
biliyorum
şiirle şarkıyla olacak iş değil bu
dalda narı
tarlada ekini kızartmaz güvercin gurultusu
ama yine de
diler arasında bıçak gibi parlar kavgada
şiirin doğrultusu
göz güzü görmez olmuş
tek bir ışık bile yok
yürek bir yaralı şahindir
döner boşlukta
belki bir şiir
belki bir şiir kırıntısı
çalar kapımızı umutsuz karanlıkta
yoklar yüreğimizi
iğilir yaramıza
dağıtır korkumuzu
ve karşı tepelerden
gürül gürül bir kalk borusu”
Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

Devamını Oku »

10 Eylül 2019 Salı

Kripto Paralar'ın Geleceği





Uzun bir gündem yoğrulmasından sonra yazmak istediğim konuyu biçimlendirerek geçen vakitten kaynaklı yazı yazma işini bir hayli aksattım.Fakat bu süre zarfında sürekli fikirlerim evrildi.Haliyle çevremdeki arkadaşlarımın konuyla ilgili fikirlerinin de katkısı oldu.
Geçtiğimiz ay ABD Başkanı  kripto paralara karşı(aslında kripto para çıkarmak isteyen Facebook ve birçok dijital medya şirketine ithafen) çok sıcak bakmadığını ve sempati duymadığını açıkladı.Donald Trump kendi penceresinden haksız sayılmıyor. Fakat bu iki safın (devlet ve özel sermaye) sertleşecek çekişmesinin pek de olumlu bir tarafı görünmüyor.

Hemen bir zaman makinesine binip  tarihte 100 yıl öncesine gidelim.Yani  Kapitalizmin klasik dönemine.Bu dönemde sermayeye devletin komplike uzanamadığı alanlarda birçok özgürlük tanınmıştır.Emek sömürüsünün bir harfi dahi literatüre sığmayacak uygulamalar yapılıyor,işçilerin güvenli koşullar altında çalışması bir yana dursun maaşlarını dahi fabrikatörlerin sadece fabrikaya ait marketlerde alışveriş yapabilecekleri para tipi kuponlarla alıyorlardı.

Söylediğimiz aralıktan sonra Kapitalizm hem bu gaddarlığından kaynaklı hem de kendi iç arızalarından kaynaklı sürdürülebilirliğini kaybetmiştir.Daha sonrasında ise kendi içinde reforma gitmiştir.(Tabi SSCB örneğinden kaynaklı karşı bir etki yaratmak için eşitliği hafif  tattıran yaptırımlar da olmuştur.)Kapitalizm kurumsallaşmada kendi iç devrimini yapmış ve paranın mevzuatını genişletmiştir.

Günümüze dönersek Kapitalizm 19-20. yy.'da insanlık nazarında sosyalizmle çatışmasından sonra ayağına çelme takacak bir sorun yaşamadı.Fakat şimdi kendi içindeki paydaşların çatışmasıyla karşı karşıyayız.

Kripto paralar hayatımıza girmeleriyle birlikte yaşam içinde birçok alanda mübadele aracı olmaya başladı.Aslında merkez bankası olmayan bir para birimi desek çok da yanlış olmaz. İşte burada Devletler ve Şirketler büyük bir yol ayrımına düşüyorlar.
Birçok devletten güçlü olan ve neredeyse her yerde nüfuzu  olan sermaye sahipleri artık devletlere bağlı olmayan ve volatilitesini devletlerin belirlemediği bir para birimlerinin olmasını çok da anlamsız bulmuyorlar.Hatta devletler arasındaki anlamsız gerginliklerden kaynaklı kendi kasalarındaki değerin artıp azalmasının adaletli olmadığını da savunabilirler.Büyük ihtimalle bu hayalleri uzun zamandır olsa da kripto paralar dönemine kadar bunu gerçekleştirme fırsatları olmamıştı.
Fakat 21. yy.'da çağdaş ödeme yöntemlerinin büyük çoğunluğunun sermayede bulunması bu düşünceyi gerçekleştimek için büyük bir güç sağlıyor.Ayrıca kripto paraların(özellikle Bitcoin) küresel bilinirliği de bu konuda avantaj.

Donald Trump'ın ifadesine dönecek olursak söylediklerinin bütün insanlığın çıkarına olmadığını her ne kadar bilsek de kripto paralara karşı söylediklerini bu alanda genişletip kamuoyu yaratabilir.
Devamını Oku »

8 Temmuz 2019 Pazartesi

TCMB Hükümete Bağlı Değildir

Öncelikle gündemdeki sorunu incelemeden kısaca TCMB'yle tekrardan tanışalım.
"Madde 1- (21/4/1994 tarihli ve 3985 sayılı Kanun ile değiştirilen şekli) Türkiye'de banknot ihracı imtiyazına münhasıran sahip ve bu Kanunda yazılı görev ve yetkileri haiz olmak üzere "Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası" unvanı altında anonim şirket olarak bir banka kurulmuştur. "
Bu hatırlatma sonrası TCMB'nin temel görevlerinin başında fiyat istikrarını sağlamak,Türk Lirası'nın iç ve dış piyasada değerini korumak ve Altın-Döviz rezevlerini yönetmek olduğunu hatırlatmakta da fayda var.
Anahatlarıyla baktığımızda Anonim Şirket olarak görünümünü bağımsızlığının vurgulanması için yapıldığını açıkça görmüş oluyoruz.Yani TCMB tam olarak hükümet yönetiminin ibra edip yöneteceği bir kurum değil.Bununla beraber içerisinde 4 sınıf hisse senedi paylaşımıyla birlikte paydaşları olan ve Hazine'nin de bu paydaşlardan biri olan bir kuruluş.
TCMB'nin fiyat istikrarını sağlamakla beraber bu amacı gerçekleştirebilmek için de enflasyon hedefinin olması ve bu hedefe uygun politikalar uygulaması beklenir.Bu politikaları uygularken de daha rasyonel bir sürecin oluşması için hükümetle işbirliği içerisinde olur.
"Banka, para politikası hedefleri ve uygulamalarına ilişkin dönemsel raporlar hazırlar ve kamuoyuna duyurur. Raporların hangi dönemler itibarıyla hazırlanacağı, kapsamı ve 15 açıklanma usulü Bankaca belirlenir. Banka, belirlenen hedeflere ilan edilen sürelerde ulaşılamaması ya da ulaşılamama olasılığının ortaya çıkması halinde, nedenlerini ve alınması gereken önlemleri Hükümete yazılı olarak bildirir ve kamuoyuna açıklar. "
Fakat işler istendiği gibi gitmez ve enflasyon hedefi gerçekleşmezse(ya da hedefin %2 üzerinde sonuçlanırsa)mevcut hükümete açık mektupla bunun nedenlerini ve alınabilecek tedbirleri kamuoyuna sunar.Buraya kadar anlaşılanın üzerine bu sistem içerisinde TCMB'nin izleyeceği politikalar belirlidir ve gökten elma düşürecek bir durumu yoktur.Yani bir arabayı örnek olarak alırsak sistem içerisinde aracı çalıştırma,hareket ettirme ve durdurma süreçleri açıktır.
201357,4
201458,2
201558,8
201658,5
2017511,92
2018520,30
20195-
20205-
20215-
Yukarıdaki tabloda TCMB'nin hedefleriyle gerçekleşmesinin son 5 yıllık,mevcut ve  gelecek 2 yıl içerisindeki hedeflerini görmekteyiz.Bununla beraber bu 5 yıllık süresince TCMB hükümete açık mektuplar yazmıştır. 2019 Açık Mektup 
Yani tekrar verdiğim araba örneğine dönecek olursak kullanma kılavuzu bulunan,işlevinin ne olduğu belli bir makineye "Hey!Sen hayatımızı ve mevcut düzenimizi mahvettin!"demek yerine sürücünün bilmediği halde neden sürekli arabanın parçalarıyla oynadığını ve ehliyetini sorgulamak daha tutarlı olacaktır diye düşünüyorum.Ki bunun yanı sıra TCMB Başkanı bu süreçler içerisinde yetkileriyle beraber sorumlulukları da olan bir karakter.Fakat hükümetin kendi hayallerinden başka  ne bir kullanma kılavuzu ne de bir araba kullanma ehliyeti mevcut.
Tek adam anlayışının dayatıldığı sistemin de 2/07/2018 KHK'sı ile TCMB'nin içerisine bağımsızlığını yok edecek şekilde nasıl sızdığını TCMB Kanunu 'nda görebilirsiniz(İçerisinde Cumhurbaşkanlığı kavramının geçtiği bol KHK'larla karşılaşacaksınız).Aslında iktisatçı birçok hocamız gündemi suni şekilde yazılarında işleyip atlamasalar ve biraz daha aydınlatarak üzerinde dururlarsa belki de kamuoyuna daha fazla yansıyabilecek.
Son olarak Mevcut hükümet ve eski hükümetlerin hepsinin temel sosyal sorunları ve iktisadi sorunları çözme umuduyla gelmesiyle yaratılan balonun havası bazen uzun bazen kısa da sürse bitmektedir.Daha sonrası da malumunuz tekrar kriz ve tekrar resesyon dönemleri.
Demem o ki TCMB burjuva hukuku çerçevesinde kendi iç hukukunu önceleri daha demokratik bir şekilde işletmiş olsa da bu durum sorunların sürekliliğini ve sistemin sorunlu olmadığını kanıtlar nitelikte değil.Bugün Yaşadığımız coğrafyaya daha insani ve daha demokratik yeni yaşamsal örgütler ve iktisadi organizasyonlar kurulmalı.
Devamını Oku »

20 Nisan 2019 Cumartesi

DEMİR ÖKÇE KAPİTALİZMİ’NE DAİR


                        DEMİR ÖKÇE KAPİTALİZMİ’NE DAİR

‘’avis everhard'ın bir ağacın kovuğuna sakladığı anılarını 27. yüzyılda bulup yayınlayan anthony meredith'in önsözünü, kitabı anlamadan yayınlayan yayıncılar yüzünden bir çok türk okurunun okuyamadığı kitap. önsöz olmadığında dipnotlar çok alakasız gözükmektedir. evrensel basım yayın'ın mor kapaklı yeni baskısında bu önsöz de yer almaktadır.’’ Ekşi Sözlük-  molosztash

Kitabın içeriğini didiklemeden önce kitabın Türkiye macerasında aldığı yarayı göstermek istedim.Ki burada bahsedilen dipnotlar kısmını ben de anlayamamıştım.Buna rağmen kitabın sonunda Anthony Meredith’in sonsözünden Avis’in yazılarının devam etmediğini anlayabiliyoruz.Fakat  kitabın sonunda da yayımlayan  karakterimiz Anthony Meredith Altınpost Yayınları’nın basımında yine de geçmiyor.Bu durumu en trajikomik hale getiren kitapta da aslında konu edilen belirli zümrelerin toplumun yaşamsal ihtiyaçlarını ve emeği çıkarlarına göre hükmetmesi,yönlendirmesi ve değer biçmesinin kurbanı oluyor Demir Ökçe.
İlk basımındaki kapak Nazım Hikmet’in  Güneşi İçenlerin Türküsü şiirinde  Akın var güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!’ dizelerini aklımıza getiriyor.Üç tane elin güneşe doğru uzanması yazarın gerçekten sömürünün sonunun geleceğine inancını içimizi ısıtan bir şekilde karşımıza çıkarıyor.Kimbilir belki de o üç elin de ayrı ayrı bir metaforu vardır.Fakat yine ve yeniden güzel Türkiye’mizde kapaklar tamamen bir mücadelenin inancının olduğu tarafı değil karşı tarafın ifadesini yansıtarak yazara uzak kaçmışlardır.
Distopik ilk kitap olarak kabul edilmesi bu alanda kitaba bir başyapıt değeri katıyor.Fakat bana kalırsa karşı tarafın baskı araçlarına değil de Avis Everhard’ın anı yazıları üzerinden Everhard’ların ve dostlarının mücadelesine odaklanıyor.Eğer distopik bir anlatım varsa  yazar kitabın ilk basımındaki kapağı tercih etmemeliydi.Bunun haricinde başka eleştiri yazılarında bir arkadaşımız yazarın kitabını ilk    modern politik distopya olarak ifade etmesi ve yargısına sonuç kazandırmaya çalışması beni mutlu etti.
      Kitapta Jack London’ın gerçekten iyi bir yaşam tasvirini oluşturduğunu görüyoruz.Örneğin  çoğumuza Ernst Everhard’ın yazarımızın kendisini canlandırmış gibi hissettirdiğini iddia edebilirim.Fakat burada Ersnt’in gerçekten iyi bir devrimci olduğunu fakat hatalarının da olabileceğini ya da diğer bir deyişle süper kahraman olmadığını gösteren ifadeler var.
Girişte başlayan ve içerisinde küçük burjuvalar,din adamı,bilim adamı vs. toplumsal kesimleri canlandıran karakterlerle Ernst’in tartışması,matematiksel ifadeyle kapitalizmin çarkının gözler önüne serilmesinin ardından ateşli bir çatışma sürecinin yaşanması bize kitabı teori ve pratik olarak ikiye ayırırsak hiç de anlamsız kaçmayacağı yargısına ulaştırıyor.
Ana konu için çatışma yaratmada yazarın  istediğini ifade etmekten yana zorlandığını düşünmüyorum.Çünkü Sosyalizm ve Kapitalizmin kalın çizgilerle çizilmiş yol ayrımı ve bu konuda kim olursa olsun herkes tarafından birkaç kelime edilebilecek bir mesele.Fakat Avis’in kendi içerisindeki çatışması,Ernst’in mücadele yolundaki tercihlerinin romanımızı yeni yollara sokması bana yazarımızın ustalığını gösterdiği nokta olarak göründü.
   Bulunulan bölgeler hakkında küçük ayrıntıların verilmesi sürükleyici bir anlatımın ardından çerez tadında geliyor.Bunun yanı sıra sadece çevre değil  olayımızın içindeki kavramların detayları da anlatımı perçinliyor.Örnek verecek olursak tröstlerin ne işe yaradığı,Adam Smith’in yargılarının küçük burjuva kesimlerce ağlaklığını gösterebiliriz.
Kitabın distopya olmasıyla ilgili en büyük kehanet yazarın kapitalistler için Black Thursday’in geleceğini kapalı bir biçimde ifade etmesidir.Çünkü  küçük kapitalistlerimizin en önemli derdi Adam Smith’in ‘Özgür Kapitalizm Özgür Dünya’ şiarından dolayı büyük balığın onları yutması.Tabi bu tasvirlerin haricinde gerçek dünyada Black Thursday’in ardından onların derdini anlayan Keynes amcaları hem bu konuları düzenleyecek hem de Harry Dexter White ile herhangi bir tehdide karşı IMF yi kurup tüm devletlere boyun eğdirecekti.Günümüzde ise halen içleri rahat değil.ABD Başkanı Donald Trump’ın(yeni işinden önce müteahhit olması da bunun dayanağı)  şu günlerde de bağırdığı gibi Amerikan kapitalizmi daha da güçlü olmalı ki tehditler ve dünya bu virüsten bir an olsun kurtulamasın.Herhalde Jack London’un 200 yıllık bir ömrü olsaydı o bile işlerin bu kadar hızlı ve romanından daha distopik ilerleyeceğine inanamazdı.
Kitabının sonunda Avis’in notlarının bitmesinin eşiğinde bir mücadelenin devamlılığında bırakması ,Anthony Meredith’in  önsözünü Türkçeleştirilmediği için okuyamamamız - 27. yy. ‘da ne olup bittiğini ifade etmemesi-kitaptaki distopik temeli atmamıza engel oluyor.Böylelikle de tekrardan sil baştan yaparak ana çeviri konumuza dönmüş oluyoruz.
Sosyalizmi bir güneş olarak betimleyerek ona birgün uzanmanın inancıyla yazan ve yazdıklarıyla yaşayan Jack London’a saygıyı borç bilerek kitaptaki Anthony Mereditdh’in önsözünün ingilizce halini aşağıya alıntı olarak bırakıyorum.
                                                                                                                                           Ozan Bayhan
                                                                                                                                              Bisekine
‘’   FORWARD
"At first, this Earth, a stage so gloomed with woe
You almost sicken at the shifting of the scenes.
And yet be patient. Our Playwright may show
In some fifth act what this Wild Drama means."
It cannot be said that the Everhard Manuscript is an important historical document. To the historian it bristles with errors--not errors of fact, but errors of interpretation. Looking back across the seven centuries that have lapsed since Avis Everhard completed her manuscript, events, and the bearings of events, that were confused and veiled to her, are clear to us. She lacked perspective. She was too close to the events she writes about. Nay, she was merged in the events she has described.
Nevertheless, as a personal document, the Everhard Manuscript is of inestimable value. But here again enter error of perspective, and vitiation due to the bias of love. Yet we smile, indeed, and forgive Avis Everhard for the heroic lines upon which she modelled her husband. We know to-day that he was not so colossal, and that he loomed among the events of his times less largely than the Manuscript would lead us to believe.
We know that Ernest Everhard was an exceptionally strong man, but not so exceptional as his wife thought him to be. He was, after all, but one of a large number of heroes who, throughout the world, devoted their lives to the Revolution; though it must be conceded that he did unusual work, especially in his elaboration and interpretation of working-class philosophy. "Proletarian science" and "proletarian philosophy" were his phrases for it, and therein he shows the provincialism of his mind--a defect, however, that was due to the times and that none in that day could escape.
But to return to the Manuscript. Especially valuable is it in communicating to us the FEEL of those terrible times. Nowhere do we find more vividly portrayed the psychology of the persons that lived in that turbulent period embraced between the years 1912 and
1932--their mistakes and ignorance, their doubts and fears and misapprehensions, their ethical delusions, their violent passions, their inconceivable sordidness and selfishness. These are the things that are so hard for us of this enlightened age to understand. History tells us that these things were, and biology and psychology tell us why they were; but history and biology and psychology do not make these things alive. We accept them as facts, but we are left without sympathetic comprehension of them.
This sympathy comes to us, however, as we peruse the Everhard Manuscript. We enter into the minds of the actors in that long-ago world-drama, and for the time being their mental processes are our mental processes. Not alone do we understand Avis Everhard's love for her hero-husband, but we feel, as he felt, in those first days, the vague and terrible loom of the Oligarchy. The Iron Heel (well named) we feel descending upon and crushing mankind.
And in passing we note that that historic phrase, the Iron Heel, originated in Ernest Everhard's mind. This, we may say, is the one moot question that this new-found document clears up. Previous to this, the earliest-known use of the phrase occurred in the pamphlet, "Ye Slaves," written by George Milford and published in December, 1912. This George Milford was an obscure agitator about whom nothing is known, save the one additional bit of information gained from the Manuscript, which mentions that he was shot in the Chicago Commune. Evidently he had heard Ernest Everhard make use of the phrase in some public speech, most probably when he was running for Congress in the fall of 1912. From the Manuscript we learn that Everhard used the phrase at a private dinner in the spring of 1912. This is, without discussion, the earliest-known occasion on which the Oligarchy was so designated.
The rise of the Oligarchy will always remain a cause of secret wonder to the historian and the philosopher. Other great historical events have their place in social evolution. They were inevitable. Their coming could have been predicted with the same certitude that astronomers to-day predict the outcome of the movements of stars. Without these other great historical events, social evolution could not have proceeded. Primitive communism, chattel slavery, serf slavery, and wage slavery were necessary stepping-stones in the evolution of society. But it were ridiculous to assert that the Iron Heel was a necessary stepping- stone. Rather, to-day, is it adjudged a step aside, or a step backward, to the social tyrannies that made the early world a hell, but that were as necessary as the Iron Heel was unnecessary.
Black as Feudalism was, yet the coming of it was inevitable. What else than Feudalism could have followed upon the breakdown of that great centralized governmental machine known as the Roman Empire? Not so, however, with the Iron Heel. In the orderly procedure of social evolution there was no place for it. It was not necessary, and it was not inevitable. It must always remain the great curiosity of history--a whim, a fantasy, an apparition, a thing unexpected and undreamed; and it should serve as a warning to those rash political theorists of to-day who speak with certitude of social processes.
Capitalism was adjudged by the sociologists of the time to be the culmination of bourgeois rule, the ripened fruit of the bourgeois revolution. And we of to-day can but applaud that judgment. Following upon Capitalism, it was held, even by such intellectual and antagonistic giants as Herbert Spencer, that Socialism would come. Out of the decay of self-seeking capitalism, it was held, would arise that flower of the ages, the Brotherhood of Man. Instead of which, appalling alike to us who look back and to those that lived at the time, capitalism, rotten-ripe, sent forth that monstrous offshoot, the Oligarchy.
Too late did the socialist movement of the early twentieth century divine the coming of the Oligarchy. Even as it was divined, the Oligarchy was there--a fact established in blood, a stupendous and awful reality. Nor even then, as the Everhard Manuscript well shows, was any permanence attributed to the Iron Heel. Its overthrow was a matter of a few short years, was the judgment of the revolutionists. It is true, they realized that the Peasant Revolt was unplanned, and that the First Revolt was premature; but they little realized that the Second Revolt, planned and mature, was doomed to equal futility and more terrible punishment.
It is apparent that Avis Everhard completed the Manuscript during the last days of preparation for the Second Revolt; hence the fact that there is no mention of the disastrous outcome of the Second Revolt. It is quite clear that she intended the Manuscript for immediate publication, as soon as the Iron Heel was overthrown, so that her husband, so recently dead, should receive full credit for all that he had ventured and accomplished. Then came the frightful crushing of the Second Revolt, and it is probable that in the moment of danger, ere she fled or was captured by the Mercenaries, she hid the Manuscript in the hollow oak at Wake Robin Lodge.
Of Avis Everhard there is no further record. Undoubtedly she was executed by the Mercenaries; and, as is well known, no record of such executions was kept by the Iron Heel. But little did she realize, even then, as she hid the Manuscript and prepared to flee, how terrible had been the breakdown of the Second Revolt. Little did she realize that the tortuous and distorted evolution of the next three centuries would compel a Third Revolt and a Fourth Revolt, and many Revolts, all drowned in seas of blood, ere the world-movement of labor should come into its own. And little did she dream that for seven long centuries the tribute of her love to Ernest Everhard would repose undisturbed in the heart of the ancient oak of Wake Robin Lodge.
ANTHONY MEREDITH
Ardis,
November 27, 419 B.O.M.’’                                        THE IRON HEEL,JACK LONDON




Devamını Oku »