14 Temmuz 2020 Salı

Şehrin Acıya Gülen Sahipleri




"Belediye Başkanı:
 İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan... Ama biz biliriz ki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası Dünya'nın en güzel yeridir. Ama Dünya'nın en güzel yerini sevmezsen, orası Dünya'nın en güzel yeri değildir..."
                                                                                                            Vizontele filminden bir kesit...


Nüfus; bir bölgede,şehirde ya da ülkede oturanların tümünün sayısal olarak ifadesidir.Tanım olarak böyle ifade etsek de yukarıdaki replikte de aktarmaya çalıştığım gibi bir insanın yaşadığı yer sadece rakamlarla veya adreslerle ifade edilmez.Anılarını bırakırsın yaşadığın yerde.Güldüklerini,ağladıklarını,bulduklarını ya da kaybettiklerini... Bir şehirde yürüdüğün zaman (hele ki orada uzun yıllar yaşamışsan) her köşede anılarını ve şehirde yaşayan başka insanların anılarını yakalarsın.
(İstanbul Belediye Meclisi'nin ilk kadın üyesi, eğitimci Nakiye Elgün, 1930 yılında Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde dünyanın ilk Çocuk Hakları Bildirgesi'ni okuyor.)


Size küçük bir anımı anlatmak istiyorum.Bundan yaklaşık 3-4 yıl önce kadar bir tiyatro oyununun müzikleri için Balıkesir Ayvalık'ta düzenlenen Geleneksel Ayvalık Tiyatro Festivali'ne dostlarımla beraber gittim.Festival'de oyun gösteriminden sonra kısaca bir Cunda Adası gezisi yaptık.Bu sırada eski yapımlı küçük bir evin giriş katında bir takı dükkanına girdik.Dükkanın sahibi 75-80 yaşlarındaki Nesrin Teyzeydi.Nesrin teyze, hemen sıcacık samimiyetiyle benimle konuştu ve kime neden hediye almak istediğimi sordu.Cidden sorunun en anlamlısı diyebilirim.Bir insan neden hediye almak ister?Bir anlamı olmalı hediyenin ya da takının.Nasıl bir candan sorduysa ben de ona sevdiğim kadını ve ona karşı duygularımın nasıl olduğunu anlattım.O kadar memnun kalmıştım ki anlatırken sanırım ilk defa birine sevdiğim kadını bu kadar betimleyerek anlattım.Hem mutlulukla karşıladı hem de bana kendi yaşamındaki inişlerden çıkışlardan kısa öğütler verdi.Ayrılmadan önce de anlamını bana anlattığı taşlı kolyeyi sevdiğim kadına vermemi istedi.Öyle samimi geldi ki sohbet numaralarımızı birbirimize verdik ve belki yıllar sonra denk geliriz bir çay-kahve içeriz diye sözleştik Nesrin teyzeyle.Şimdi aradan neredeyse 3-4 yıl geçti ve şu an çalıştığım iş yerinde bir sohbette Nesrin teyzeyi çok iyi tanıyan biriyle karşılaşıyorum.

Demek istediğim anılar bir şekilde peşimizden koşuyor.Biz peşine gitmesek de onu aramasak da o bir şekilde karanlığı yırtan güneş gibi ortaya çıkıyor ve bizi buluyor.

Şimdi kendi şehrimize dönelim. İstanbul'a...

Benim doğduğum,büyüdüğüm,öğrendiğim...aşık olduğum şehirdir İstanbul.

Mahallelerinde çocukluğumun geçtiği, her zaman mutluluğun olmadığı yani acıların da mutluluğa dahil olduğu şehirdir.
Aslında belki çok basit bir cümle gibi gelse de acıya gülmenin en yoğun duygularla yaşandığı şehirdir İstanbul...

Bizim çocukluğumuzda acıya gülmek başkaydı.Samimiyim bu konuda.Çocukken her neden bilinmez sokaklar arası büyük rekabet yaşardık.Aynı sokaktaki arkadaşlarla yan sokaktaki çocuklara karşı futbol maçı kazanmak,onların bulunduğu ortamda kendi sokağındaki arkadaşlarını savunmak kadar masumane duygular.Ancak bununla da yetmiyordu.Sokaklar arasındaki arsada birbirimize taş fırlatıp savaştığımız da olurdu.Ama tabi bizimkisinin sonucu onurlu bir barış değil onurlu bir savaştı.Bu savaşın tarihi önceden belirlenir, varsa hortumdan silahı ve kağıttan mermisi olan okçuların yerleri belirlenir ve sonucun ne olacağı bilinmeden cesaret gösterisi yapılırdı.
Tabi burada ben 6 yaşında ve oldukça kısa olduğumdan olacaktır ki hiç elime taş almadan kalabalıkla beraber koşardım.Ne yazık ki kafama iyi bir taş yediğimden beridir de bir daha bu savaşa katılmadım.(Halen izi durur.)

Benim,bizim ve sizlerin yaşadığı yaşamasa da uğramasa da anılarının olduğu şehirdir İstanbul.

Şimdilerde sayımız arttı.Kalabalıklaştık.Yoksulu-zengini,işçisi-emekçisi vs. tamı tamına 16 milyon insan olduk.Tabi böyle bir şehir için bu sayı normal gelmeli.Son 20 yıldaki hükumetlerin nüfus ve göçmen politikasının yanlış olmasını geçtim,tarihiyle,kültürüyle ve anılarıyla artık anılmayan bir İstanbul yaratıldı.
İstanbul artık sermayesiyle,kârıyla ve gelecek hedefleriyle hareket eden bir şehir.Bana öyle geliyor ki bir şehrin hedefi sadece o şehirde yaşayan insanların geçimini refah seviyede yaşaması gibi bir türden olması gerekiyor.Ancak bu hükumetler genel olarak bir ülkenin geçimini tek bir şehirden hedefliyor ve burada güzel İstanbul'u tarihsiz bir şehir haline getiriyorlar.Hatta ithal tarih,kültür ve sanat getirmeye çalışıyorlar.Neden yapıldığı ve şehrin içinde kimin çıkarıp parasını verebileceği bilinmeyen rezidanslar,yaşam kentleri,finans merkezleri ve kanallar...Sanki İstanbul ülkenin tek kara parçasıymış gibi yapılan bu çarpıklıklar şehri belki de bir gün gelecek yıkıma sürüklüyor.


İstanbul yüzyıllarca savaşların sonunda barışların,hüzünlerin sonunda mutlulukların ve hasretlerin sonunda aşkların yaşanmış olduğu bir şehirdi.

İronik gelebilir ama
İstanbul artık acıya gülünemeyen ve sokaklarında anıların korkudan kaçtığı bir şehir...


....
Sen şimdi yalnız saçımın akında
İnfarktında yüreğimin
Alnımın çizgilerindesin memleketim
Memleketim, memleketim...
Nazım Hikmet Ran,Prag, 8 Nisan 1958





Kaynakça:
Başlık Fotoğraf:yapi.com.tr
Video:Orçun Baş(twitter.com/orcunbas_)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder