14 Şubat 2021 Pazar

Görülmez duvarların girdabı:Savaş!

 





Geçtiğimiz sene son sezonunu izlediğimiz Game Of Thrones dizisi felsefi açıdan çok hoş tartışmaları içinde barındırıyordu. Öyle ki bu tartışmalardan alınan heyecandan kaynaklı senarist birçok noktada da günümüzde halen tartışılan çatışmaları tartışmaktan çekinmedi. Bunların bazıları dizinin bulunduğu döneme ait olmasa dahi bambaşka bir evrende yaşadıkları için çok da absürt kaçmadı.

Aslında bu dizide herkesin oldukça memnuniyetsiz kaldığı son sezonda oldukça enteresan ve muazzam bir çatışma ortaya çıktı.

Burada güçlü ve asi bir barış arayan Daenerys ve ondan farklı olarak ikinci ayağı iletişime dayalı olan bir barış arayan Jon Snow'un aralarındaki diyaloglar sanırım anlatmak istediğimi kanıtlar nitelikte. Düşman hattına geldiklerinde düşmanın beyaz bayrak göstererek teslim olmasına ve silahlarını bırakmasına aldırış etmeyerek savaşın adının bir anda katliama dönüşmesine neden oluyor Daenerys. Teslim olanlara merhamet edilmesini isteyen Jon Snow'a  Daenerys'ın cevabı: "Ufak merhametler gösteremeyiz. İhtiyacımız olan yeni dünya , bu dünyaya sadık insanlarca kurulmayacak." 

Anlatmak istediğim aslında bu sözün birçok savaşın sebebi olmasındandır.(Tabi dizi birçoğumuzun malumu olduğu için buradan örnek vermek istedim.)Gerçi tanım olarak savaşın kapsamı ve niteliği tam olarak karşılığını bulmuş değil.

Bu nedenle iki zıt arasındaki savaşlara karşı savaş dışı unsurlara ve savaş içi vicdani durumlar için  Savaş Hukuku adı altında bir savaş etiği oluşmuştur.

Yapılan savaşların yoğunluğuna rağmen insanlık bunun ilk örneğini yakın tarihte  16 Nisan 1856 tarihli Paris Deniz Hukuku Beyannamesi'nde oluşturacaktır.

Bu zamana kadar yapılan savaşlar mı?

Yapılmış bir araştımaya göre insanlık  yaklaşık 5500 yıllık bir süreçte toplamda 14.531 kez savaşmak için karşı karşıya gelmiş.

Bu tarihimiz için yılda ortalama 3 kez savaşmak demek.

Evet.Hiç durmadan yılda ne olursa olsun 3 kere savaşmışız.

Arada 10 yıl savaşmasak da ne olursa olsun ortalamayı düşürmemek için daha da savaşmışız.

Savaşlarda belirli ortak hukuk ve etiğin oluşması olacak vahşeti en aza indirmenin gerekliliğidir.

İlk verdiğim örnek de aslında teslim olmuş savaş esirleri ve yaralılara savaşın galip ya da mağlup tarafının kesinlikle bu etik kurallar aracılığıyla hareket etmesi gerekliliğidir.

Savaş etiği kurallarının iyi yanları her ne kadar olsa da olumsuz yanlarını da konuşmamız gerekir.

Savaş kuralları merhameti belirli kalıplara koyar. Vicdani reddi dışlar.

İki zıttın çatışmasında ortaya konan kurallar dışında tamamen yok etmeye dayalıdır.

Buradan öğrendiklerimle ne mi çıkarıyorum?

Kavramlar ölmüyor ancak insanlar ölüyor.Kendini tanımadan ölüyor insanlar.

Hem de merhamet etmeye zaman bile bulamadan.Hatta kavramları tanımadan.

Savaştan merhamet ya da adalet beklenmemeli.Ancak adalet,merhamet,sevmek,düşünmek ve anlamak  için savaşmalı.




Devamını Oku »

Eğitimde Yetenekler ve Fırsatlar

 Fırsatlar ve talihsizlikler...

2020 Yılı içerisinde belki de yaşanan sorunlar ve bunlara karşı alternatif çözümlerimiz için en çok kullandığımız kelimeler.

Biz sahiden talihsiz miyiz?Herkes aynı talihsizliği mi tadıyor?Ya fırsatlar?Onlarda da aynısı mı?

Yaşadığımız gezegenin farkındalığının farkında canlıları bu konuda ne diyor?

Hiç gündemi takip etmemiş olsanız bile ABD Seçimleri bir şekilde kulağınıza fısıldanmıştır herhangi bir medya aracında.Seçimi Joe Biden adında kişisel yaşamında zor zamanlar yaşamış yaşlı bir adam kazandı.

İyi de bize ne?

Biden seçim konuşmasında ABD içindeki bütün vatandaşlara fırsat eşitliği için çalışacağını söyledi.

Aslında en çok kafamı kurcalayan bu oldu.

Nedir fırsat eşitliği?(Benim kurcaladığım fırsat eşitliği temel olarak eğitim alanıyla ilgili.)

Gün içerisinde okuduğum haber bu konuyu incelemem gerektiğini daha da perçinledi.



Türkiye'de yetişen bu genç arkadaşımız ailesinin de desteğiyle bulunduğu ortamda yeteneklerini gösterebilmesi için oluşan fırsatları eksiksiz kullanmış.Ve büyük bir başarıyla uluslararası olarak düzenlenen bir Matematik yarışmasında şampiyon olmuş.

Kazandığı şampiyonlukla ders verdiği yetmediği gibi kendisiyle yapılan röportajla da bir ders veriyor."Akıllı telefonum yok,eksikliğini hissetmiyorum." diyor.

Aslında bu cümle onun yetenekleriyle uyuşmayan bir cihazı kullanmaması demek. Yani uyuşan ve belki de akıllı telefonu kurcalayarak farklı fikirler ortaya çıkarabilecek,yeteneklerini ortaya çıkarabilecek gençler de var.

Fakat gelişmekte olan ülkelerin -ve özellikle bizim için önemli olan Türkiye'de- en büyük yaptıkları hata herkese aynı teknik imkanların verilmesinin bireyin gelişiminde maksimum katkıyı sunacağı yanılgısı.

Kendimden örnekler vereyim:

Hayatımın her noktasında edebiyat kitaplarını kendimi zorlayarak okuyan bir okuyucuyum.Fakat felsefe ve teknik kitapları o kadar seviyorum ki anlatamam.Matematik ve evrenin içselliğiyle ilgili kitaplar inanın hep daha çekici gelmiştir.Bu nedenle de ilkokul çağında bana dayatılan kitapların neredeyse birçoğunu sıkılarak okudum.(Paulo Coelho-Simyacı hariç!)

Eğitim, çağımızın teknolojisinde ve Psikoloji biliminde edinilen deneyimlerle bugün birey tabanlı olabilir.Yani bireye özel olarak eğitim vermek imkansız değil. Hatta bireye özel müfredat düzeni dahi bile tartışılabilir. Özellikle belirli ayırıcı özelliklerle bir öğrencinin bir konuda 15 yaşında alması gereken bir eğitimi diğer öğrenci 13 yaşında alarak daha iyi öğrenebilir.Bu öğrenciler ortak alanlarda eğitim görebilir.

Verdiğim basit örneklerle eğitimde daha ciddi yol katedebileceğimiz aşikar. Bu hepimizin elinde.




Devamını Oku »

4 Eylül 2020 Cuma

Kapitalizm Ciddiyeti




Dünya'da var olan kaynakların paylaşımıyla ilgili olarak birçok tez ve sistem önerisi ortaya atılmıştır.Bu tezlerin birçoğu tarih içerisinde farklı bölgelerde herhangi bir şekilde denenmiştir.İddialı olanlar sağlam bir şekilde devam etmiş ancak yeteri kadar ileri taşınamayanlar tarih içerisinde yok olmuştur.

Bu geçişler sonrasında dünyada belirli çizgileriyle yaşayan iki sistemi örnek olarak gösterebiliriz.Bunlar hepimizin malumu Kapitalizm ve Komünizm...

Sermaye ve Emek ikilisiyle hareket eden Kapitalizm ve Ona daha ters olarak temel sermayesi Emek olan Komünizm.Burada bu iki konuyu anlatmak isterdim.Ancak bugün ikisinin gidişatı hakkında birşeyler anlatmak istiyorum.
Sosyalist Devrimcilerin tartışmalarında hummalı bir şekilde Komünizm'in çizgileri ve detayları hakkında tartışmalar devam ediyor olsa da Kapitalizm tarafında bu belirli iletişim sabitlerinde kalmıştır.

Aslında bugünkü yazımda bu tartışmaların Komünizm'e ne kadar faydalı olup olmadığını konuşmak istiyorum.Ve tabiki de Kapitalizm'in anlamsız(!) bir şekilde başarısını...

Paris Komünü'nden beri Komünist anlayışa bağlı olan Sosyalizm denemeleri belirli noktalarında başarılı olsa da ciddiyetini kaybettiği anda toplumdan aldığı desteğin çoğunu kaybetmiştir.Ancak bu sirkülasyon birşeyler de öğretti.Sovyet Sosyalist Devrimine gelindiğinde gerçekten bir ciddiyet öğrenimi gerçekleşmiştir diyebiliriz.Keza Büyük Kapital Buhran ve 2. Dünya Savaşı dönemlerinde ciddi bir şekilde kurumsallaşmaları ve yaşam kavramına önem vererek aldıkları başarı bundan kaynaklıdır.

Tabi Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının altında yatan onlarca sebepten bir tanesi de bunu eskisi gibi yapamamalarıydı.

Günümüze döndüğümüzde birçok uluslararası şirket devletlerden bile daha ciddiyetli bir çalışma yürütmekte.İç kurumsallaşmalarını sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmeleri,takvimlerine dakikası dakikasına uymaları,organizasyon süreçlerinde yok denilecek kadar eksiklerinin olması ve ortak çalışma alanında motivasyonu yakalaması.
Bir diğer tarafa bakacak olursak kurumsallaşmadan uzak,takvimine uymayan,motivasyonu kilit konular olan ve organize olma konusunda oldukça başarısız bir güç .Ve yaşamı elde edilecek başarılarda daha büyük payı olabilecekken ömrünün baharında yok olan insanlar...

Öyle geliyor ki özellikle Devrimci-Demokrat organizasyonlar Newton'un başına düşen elmayla yerçekimini ve Arşimed'in de banyo yaparken suyun kaldırma kuvvetini keşfettiğini düşünüyor.Ancak başarı hiçbir zaman tesadüf değildir.Her zaman başarının altında bir gerçek yatar.Eğer siz başaramıyorsanız büyük ihtimalle karşı tarafta sizden daha iyi birşeyler var demektir.Bunu keşfetmek yerine halen 50-100 yıl öncesindeki tartışmaları sürdürürseniz başaracağınız pek de birşey yoktur.Halen aralarında küçük sebeplerden iletişimde zorluk yaşayan fraksiyonlar var.Ancak göremedikleri toplumun bundan bundan bihaber olduğu ve haberi olsa da umursamadığıdır.

Toparlayacak olursak Kapitalizm mevcut haliyle bir gerçekten ibaret ve gerçekleri için belli başlı ciddiyeti var.Komünizm'in yaşanacağı inancıyla hareket edenlerin artık ütopik hayallerden vazgeçerek ciddi bir şekilde çalışması ve kendini gerçek olarak kabul ettirmesi gerekiyor.



Devamını Oku »

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Söylenecek söz,direnilecek güç halen var!


"Kadınlar bütün haklarına kavuşmadıkça hiçbir Erkek özgür olamaz.
Türkiye'de ya da bütün dünyada bir Kadın,
hayat korkusu içinde titredikçe
hiçbir birey kendini güven altında sayamaz."
                                            Jean Paul Sartre

Yukarıda Jean Paul Sartre'ın Yahudi halkı için söylediği sözü uyarlayarak ifade ettiğim bu sözü not edin.
Çünkü bu saatten sonra diye bir kavram olmasa da yukarıdaki cümle hayatımızın büyük bir kısmında hep olacak.Nitekim Kadınlara karşı yapılan vahşet sadece burada noktalanmıyor.Hatta konular farklı yerlere evriltilip mevcut durum kanıksanıyor.

Size bu yazımda beni derinden etkileyen ve bana kalırsa bu konuda dönüm noktası olan kamu gündemlerini kısaca aktarıp,ifade ettiğim sözün neyi belirttiğini aktaracağım.Belki de dünyadaki tüm toplumun adalet arayışındaki kazanımlarında en büyük paya sahip kadınlara bugün erkek egemen sistemi dayatılarak kapitalist sistemin belki de yerle bir olacağı bir dönemin engellenişi yakalanmak isteniyor.
                                   Rosa Parks(Amerika'da siyahilerin toplu taşıma adaletsizliğine karşı çıktığı için gözaltına alınmasından bir kare.)


Farkındaysanız acının dozu hep birilerinin ölüp ardından diğerlerinin telkin ve önerileriyle sonuçlanıyor.Ancak birşeyler yapabilecek gücü olan hiç kimse kesinlikle eşitler arasındaki iletişimin hukuki bir teraziye bağlanmasını sağlamıyor.

Acının dozu o kadar farklı geliyor ki birşey yapamamanın hüznü dışında artık yaşamanın,konuşmanın ve karşımdaki insanla tartışmaktan bile utanacak;özgürce kendimi ifade edemeyecek haldeyim.
Peki başlangıcını uzun sürelerdir bildiğimiz bu olaylar neden ve nasıl daha da artarak adaletsizce geçiştirildi?

Takvimde 3 Mart 2009 tarihi görünüyordu.Genç bir kadın ömrünün belki de  en güzel ve en umutlu zamanında vahşice katledilmişti.12 yaşımda böyle bir olaya şahitlik etmek öncelikle beni daha sonra tüm benimle yaşıt birçok çocuğun hayata travmalarla başlamasını sağladı.Her ne kadar bu dönemde kadına şiddetin politik olduğu ve daha toplumsal bir sorun olduğunu anlayamamış olsak da bizde büyük olumsuz etkiler yarattı.Bunun dışında dönemin emniyet müdürünün konuyla ilgili açıklamaları da bu konuda adaletsizliğin başlangıç noktalarından biridir benim için.Ardından yaklaşık 6 ay kadar bulunamayan katil,avukatı tarafından yemek yedirilip içirilerek rahat bir şekilde teslim oldu.Katilin bu sürede kaçması ve nasıl olduysa 6 ay gibi bir sürenin geçmesi katilde de bir umut aşılamış olmalı ki teslim olmanın ardından 4-5 sene sonra pes ederek intihar etti.Ancak burada da birşeyler hep atlandı.Ne katil cezasını çekti,Ne de bu acı son buldu.

Kadının yaşamına müdahaleyle başlayan ve  ardından birçok yaptırımla devam eden süreçte Kadınların konuyla ilgili direnişi ve mücadelesi benim zihni yaşamımda birşeylerin oturmasını sağladı.Ancak işin en acı noktası şu ki devlet kademesinden yapılan açıklamalar hem gaddarca hem de geri dönülemezdi.Yaptırımların korunması için özür dilenmeyecek sözler edildi ve bu sözler o dönemde her ne kadar gündem edilse de bu siyasi karakterler tarih sahnesinden çıkartılmadı.Bu durum sanırım birçok ifadenin de kanıksanmasına önayak oldu.

Ardından Şule Çet'imize olan durum ve medyada katil zanlılarının ve zanlı avukatlarının bu konuda oldukça rahat ithamda bulunmaları oldukça çirkin bir görüntüydü.Bu ifadelerin rahatlıkla konuşulması ve medyanın buna yoğun bir şekilde magazin eki tarzında gündemde yer vermesi söylenen sözlerin bir kez daha kanıksanmasına ve organize bir tepkinin olmamasına neden oldu.

Ve yaşanan onlarca cinayetin ardından Rabia Naz'ın davasının düştüğü şu günlerde bir vahşetle daha karşı karşıyayız.Medya yine bomba gibi.Sanki bir yaşam kaybedilmedi,bir hayat son bulmadı da bir haber değeri filizlendi ellerinde.Medya dediğime de bakmayın.Bahsettiğim mevzu bahis medya kuruluşları kanla beslenen,sürgündeki ve hapisteki dostlarını tanımamazlıktan gelen endüstriyel medyadır.

İnanın artık bu konuda söylenecek söz kalmadı diyebileceğimiz bir noktada değiliz.Elimizden geleceklerin sadece %1'ini dahi kullanmadık.Kadınlar ve çocuklar katledildiği ve yasal olarak adaletini doğru şekilde bulamadığı bir ülkede hiçbirimiz "bu konu nazarında" özgürce dolaşamayız.
Bir kadın hayat korkusu içinde titredikçe hiçbir birey kendini güven altında saymasın.
Devamını Oku »

21 Temmuz 2020 Salı

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ




Devamını Oku »

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Acıyla Beslendi Şiirlerim




“görünmez bir mezarlıktır zaman

şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
– tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir attila ilhan ölür
                      Attila İlhan

Çocukluk yıllarında bir insanın şiir okuması(hele ki okuma yazma bilmiyorsan) oldukça zordur.Ki anlamak da çoğu zaman zordur.Fakat çocukluğumun musmutlu geçen memleket yolculuklarında Ahmet Kaya,Ferhat Tunç,Zülfü Livaneli,Grup Yorum ve Umut Altınçağ şarkılarıyla tanıştım.Bu sayede de şiirlerle tanışmış oldum."Nasıl?" diyecek olursanız yolculukta en çok dinlediğimiz Ahmet Kaya albümü Sevgi Duvarı'ydı.Albümün adı dahi Can Yücel'in bir şiiri'nin adından alınmış.(Tabi albümün içinde yine aynı şiirle bir şarkı da mevcut.)Gerisini siz düşünün...

İlkte anlamsızca hoşuma giderek dinlediğim türküler büyüdüğümden olacaktır ki eskisinden daha çok kalbimin acı kumaşına uyuyordu.Daha çok üzülür olmuştum.Sanırım o çok sevdiğim şiirlerin şairlerinin ve onları besteleyen güzel insanların birçoğunun haketmediği ölümleri ve haketmediği hasretleri yaşamasını öğrendiğimden kaynaklı bu hüzün.Ahmet Kaya'nın yine Attila İlhan güfteli şarkısında geçen "şairler saf saf dolaşır" sözü sanırım birçoğumuz için memleket uzağında biçare olmayı da anımsatıyor.

Şiirin özü gözlem ve gözlemlerin yarattığı duygusal etkidir.Şimdi memlekete dönersek her yer şiir için fazlasıyla mutluluk,acı ve telaşla dolu.Gözlemi bırakın yaşadıklarını anlatmanın bile artık direkt olarak manzume tarzında döküleceği bir dönemi yaşıyoruz.

Tabi şairler acılarını bu kadar derin duygularla anlatmasalar sanırım biz de dış çevrenin değil de onların acılarını duyamayacaktık.

Zülfü Livaneli'nin Ahmet Kaya'nın bir dönem yaptığı "Ahmet Abinin Vapuru" adlı tv programında "Yiğidim Aslanım" adlı bestelediği şiirin Bedri Rahmi Eyüboğlu'na ait olduğunu anlatırken "Keşke artık bu şarkıları bir acı kaybımız için değil de sadece dinlemek için söyleyebilsek" gibi bir cümle kurmuştu.Belki de memleketi anlatan cümle olmasıyla beraber en acı cümle de olabilir.Sanırım çocuk kalmayı en çok istediğim anlardan biri de şiirleri acılarını anımsayarak okumak,dinlemek...Sivas Katliamı'nı öğrenmeden önce dinlemesi biraz daha hafif ve güzel gelirdi.Şimdilerde bu acının üzerinden 27 yıl geçti.
Her kim acının zamanla geçeceğine inanıyorsa şöyle söyleyeyim:

Acı geçmiyor,ama acının bir gün biteceği umudu da..

Kaldırın Duvarları
Yıkın Gitsin Hepsini
Ne Böyle Zulüm Olsun
Ne De Böyle Şarkılar
          Zülfü Livaneli










Devamını Oku »

14 Temmuz 2020 Salı

Şehrin Acıya Gülen Sahipleri




"Belediye Başkanı:
 İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan... Ama biz biliriz ki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası Dünya'nın en güzel yeridir. Ama Dünya'nın en güzel yerini sevmezsen, orası Dünya'nın en güzel yeri değildir..."
                                                                                                            Vizontele filminden bir kesit...


Nüfus; bir bölgede,şehirde ya da ülkede oturanların tümünün sayısal olarak ifadesidir.Tanım olarak böyle ifade etsek de yukarıdaki replikte de aktarmaya çalıştığım gibi bir insanın yaşadığı yer sadece rakamlarla veya adreslerle ifade edilmez.Anılarını bırakırsın yaşadığın yerde.Güldüklerini,ağladıklarını,bulduklarını ya da kaybettiklerini... Bir şehirde yürüdüğün zaman (hele ki orada uzun yıllar yaşamışsan) her köşede anılarını ve şehirde yaşayan başka insanların anılarını yakalarsın.
(İstanbul Belediye Meclisi'nin ilk kadın üyesi, eğitimci Nakiye Elgün, 1930 yılında Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde dünyanın ilk Çocuk Hakları Bildirgesi'ni okuyor.)


Size küçük bir anımı anlatmak istiyorum.Bundan yaklaşık 3-4 yıl önce kadar bir tiyatro oyununun müzikleri için Balıkesir Ayvalık'ta düzenlenen Geleneksel Ayvalık Tiyatro Festivali'ne dostlarımla beraber gittim.Festival'de oyun gösteriminden sonra kısaca bir Cunda Adası gezisi yaptık.Bu sırada eski yapımlı küçük bir evin giriş katında bir takı dükkanına girdik.Dükkanın sahibi 75-80 yaşlarındaki Nesrin Teyzeydi.Nesrin teyze, hemen sıcacık samimiyetiyle benimle konuştu ve kime neden hediye almak istediğimi sordu.Cidden sorunun en anlamlısı diyebilirim.Bir insan neden hediye almak ister?Bir anlamı olmalı hediyenin ya da takının.Nasıl bir candan sorduysa ben de ona sevdiğim kadını ve ona karşı duygularımın nasıl olduğunu anlattım.O kadar memnun kalmıştım ki anlatırken sanırım ilk defa birine sevdiğim kadını bu kadar betimleyerek anlattım.Hem mutlulukla karşıladı hem de bana kendi yaşamındaki inişlerden çıkışlardan kısa öğütler verdi.Ayrılmadan önce de anlamını bana anlattığı taşlı kolyeyi sevdiğim kadına vermemi istedi.Öyle samimi geldi ki sohbet numaralarımızı birbirimize verdik ve belki yıllar sonra denk geliriz bir çay-kahve içeriz diye sözleştik Nesrin teyzeyle.Şimdi aradan neredeyse 3-4 yıl geçti ve şu an çalıştığım iş yerinde bir sohbette Nesrin teyzeyi çok iyi tanıyan biriyle karşılaşıyorum.

Demek istediğim anılar bir şekilde peşimizden koşuyor.Biz peşine gitmesek de onu aramasak da o bir şekilde karanlığı yırtan güneş gibi ortaya çıkıyor ve bizi buluyor.

Şimdi kendi şehrimize dönelim. İstanbul'a...

Benim doğduğum,büyüdüğüm,öğrendiğim...aşık olduğum şehirdir İstanbul.

Mahallelerinde çocukluğumun geçtiği, her zaman mutluluğun olmadığı yani acıların da mutluluğa dahil olduğu şehirdir.
Aslında belki çok basit bir cümle gibi gelse de acıya gülmenin en yoğun duygularla yaşandığı şehirdir İstanbul...

Bizim çocukluğumuzda acıya gülmek başkaydı.Samimiyim bu konuda.Çocukken her neden bilinmez sokaklar arası büyük rekabet yaşardık.Aynı sokaktaki arkadaşlarla yan sokaktaki çocuklara karşı futbol maçı kazanmak,onların bulunduğu ortamda kendi sokağındaki arkadaşlarını savunmak kadar masumane duygular.Ancak bununla da yetmiyordu.Sokaklar arasındaki arsada birbirimize taş fırlatıp savaştığımız da olurdu.Ama tabi bizimkisinin sonucu onurlu bir barış değil onurlu bir savaştı.Bu savaşın tarihi önceden belirlenir, varsa hortumdan silahı ve kağıttan mermisi olan okçuların yerleri belirlenir ve sonucun ne olacağı bilinmeden cesaret gösterisi yapılırdı.
Tabi burada ben 6 yaşında ve oldukça kısa olduğumdan olacaktır ki hiç elime taş almadan kalabalıkla beraber koşardım.Ne yazık ki kafama iyi bir taş yediğimden beridir de bir daha bu savaşa katılmadım.(Halen izi durur.)

Benim,bizim ve sizlerin yaşadığı yaşamasa da uğramasa da anılarının olduğu şehirdir İstanbul.

Şimdilerde sayımız arttı.Kalabalıklaştık.Yoksulu-zengini,işçisi-emekçisi vs. tamı tamına 16 milyon insan olduk.Tabi böyle bir şehir için bu sayı normal gelmeli.Son 20 yıldaki hükumetlerin nüfus ve göçmen politikasının yanlış olmasını geçtim,tarihiyle,kültürüyle ve anılarıyla artık anılmayan bir İstanbul yaratıldı.
İstanbul artık sermayesiyle,kârıyla ve gelecek hedefleriyle hareket eden bir şehir.Bana öyle geliyor ki bir şehrin hedefi sadece o şehirde yaşayan insanların geçimini refah seviyede yaşaması gibi bir türden olması gerekiyor.Ancak bu hükumetler genel olarak bir ülkenin geçimini tek bir şehirden hedefliyor ve burada güzel İstanbul'u tarihsiz bir şehir haline getiriyorlar.Hatta ithal tarih,kültür ve sanat getirmeye çalışıyorlar.Neden yapıldığı ve şehrin içinde kimin çıkarıp parasını verebileceği bilinmeyen rezidanslar,yaşam kentleri,finans merkezleri ve kanallar...Sanki İstanbul ülkenin tek kara parçasıymış gibi yapılan bu çarpıklıklar şehri belki de bir gün gelecek yıkıma sürüklüyor.


İstanbul yüzyıllarca savaşların sonunda barışların,hüzünlerin sonunda mutlulukların ve hasretlerin sonunda aşkların yaşanmış olduğu bir şehirdi.

İronik gelebilir ama
İstanbul artık acıya gülünemeyen ve sokaklarında anıların korkudan kaçtığı bir şehir...


....
Sen şimdi yalnız saçımın akında
İnfarktında yüreğimin
Alnımın çizgilerindesin memleketim
Memleketim, memleketim...
Nazım Hikmet Ran,Prag, 8 Nisan 1958





Kaynakça:
Başlık Fotoğraf:yapi.com.tr
Video:Orçun Baş(twitter.com/orcunbas_)


Devamını Oku »

9 Temmuz 2020 Perşembe

Geleceği İnşa Edecek İnsan














NERDEN GELİP
 NEREYE GİDİYORUZ? 

Başlangıç

Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
                                                                ve taşı yonttuğumuzdan beri
            yıkan da, yaratan da biziz,
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

...

Nazım Hikmet Ran

Nazım Hikmet'in belki de en sevdiğim şiirinin ilk kısmındaki ifadeler insanlık tarihine dair çok net bir özet.

Sahi kimiz biz?Ne olduk,nereden geldik ve "nereye" gidiyoruz?


Detaya girmeden tarihimizi kısaca geriden ileriye aşamalı olarak sarmak istiyorum:

Varlığımızı keşfettik,hayatta kalmaya çalıştık,düzeni var ettik...

Evet,bu kadar basitçe anlatmak gerekirse bunu diyebilirim.

Varlığımızı anlarken ve hayatta kalmaya çalışırken edindiğimiz deneyimleri var ettiğimiz düzene iletmede iyi olduğumuz söylenemez.Nitekim yüzyıllardır süren savaşlar,yoksulluk ve krizler bundan kaynaklı olduğu aşikar.Ancak bu sorunlara birgün "dünün dünyası" diyeceğimiz zamanlar da çok uzakta değil.

Bugün insanlık hayatta kalmak ve varlığını devam ettirmek için bir mesleğe herhangi bir şekilde mensup olarak emeğini vermekte.Bu hem işçilik olsun hem emekçilik olsun her noktada bu konuda aynı durumda.Ancak yarının dünyasında meslek kavramı kısmi olarak kalkabilir.Yani mesleklerdeki bilgi birikiminin teknolojiye entegre olmasıyla beraber dünyadaki çalışma hayatında birçok meslek sadece birbirleriyle aynı derecede teknolojik bilgiyle karşılıklı meslek değiştirebilecekler.Bugün zaten var olan bu çapraz meslek anlayışı ileride oldukça artacak.

Gelmek istediğim konu aslında geleceğin insanının artık sadece bir alanda değil birçok alanda bilgi sahibi olması gerekeceği.Çünkü ne yazılım eskisi gibi yazılımcıda kalacak ne de finans eskisi gibi finansçıda.Geleceğin toplumunun inşasında 4 işlem bilmek kavramı hepimiz için değişebilir.Toplama-Çıkarma ve Bölme-Çarpma işlemleri yerine bilmemiz gereken daha farklı sabit bilgiler olması muhtemel.

Bu değişimin sonucunda dünün dünyasında (aslında şimdi) yaşanan toplumu eksik bilgilerle yanıltma da her alanda azalacak diye düşünüyorum.

Yarının dünyasını hayal ederek yaşayalım,hedeflerimizi ve amaçlarımızı buna göre daha cesur ve daha inanarak belirleyelim...

Devamını Oku »

28 Haziran 2020 Pazar

Teknoloji,Virüs ve Yeni Dünya Üzerine

Teknolojinin tarih içerisinde yaşadığı en büyük ilerlemenin son 20-30 yıl içinde olduğu sanırım hepimizin kabulüdür.Gelecek 30 yıl bu ilerlemeden de daha fazla hızlı olacak gibi görünüyor.Ancak teknolojik ilerlemeler her zaman olumlu olamayabilir.Teknoloji arkasından bize neleri getiriyor?Ya da şunu sormalıyız:
"Teknoloji her zaman iyi midir?"

Bu soruya yanıt aramadan önce gelin çağımızdaki birkaç teknolojiyi inceleyelim.

Başlangıçta sadece  kullanıcılarının kitap alışverişini sağlayan bir e-ticaret sitesi olan Amazon günümüzde bir çok sektöre de elini uzattı.Fakat ana konumuz Amazon değil,onun kullanmış olduğu teknoloji.Aşağıdaki videoda Amazon'un kargo işlemlerinde kullandığı teknolojinin kısa bir gösterimi mevcut.Lojistik alanında teknolojinin en iyi göstergelerinden biri olacak bu videoda kısmi olarak yine insan faktörünün bulunduğu noktalar da mevcut:





Bir başka örnekte de  5G teknolojisiyle beraber hızlı bağlantı ve veri transferi sayesinde yapılan ilk ameliyat denemesini görmekteyiz:



Gördüğümüz örnekler bize teknolojinin gelecekte olumlu etkilerinin fazlasıyla olacağını hissettiren nitelikte.Fakat bundan 3 yıl önce bir iktisat dersinde sorguladığımız "Diğer tüm durumların kusursuz olduğu bir sistemde teknolojik gelişmelerle işssizlik artar mı?"sorusu bu olumlama fikrinde beni oldukça arada bıraktı diyebilirim.Elbette ki diğer koşulların sabit olduğu bir sistemde teknoloji işsizliği arttırmamakla birlikte çalışma saatlerinin oldukça düşmesini ve refahı da beraberinde getirir.(Tabi diğer tüm durumların sabit olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var.)

Fakat gerçek yaşamda diğer durumlardan sabit olarak konuşmamız pek de mümkün değil.Şu günlerde hepimizin malumu Covid-19 salgını Türkiye'de ve Dünya'da küresel sağlık sorunuyla beraber arkasında işsizlik ve işçi haklarında yoğun bir hak mahrumiyetini de getirdi.Virüsten önce zaten iyi olmayan ekonomik düzen küresel bir sorunla kusurlarını iyice açığa verdi.Herkesin "bu düzen devam mı edecek?" tartışmaları devam ederken sermaye bu konuyla ilgili en iyi çözümü teknolojik imkanlarda buldu.Uzaktan çalışmayı sağlayan Video Konferans programlarının da maliyeti düşürmesi bir yana bunun dışındaki dijitalleşme,robotlaşma vb. gibi alternatif tedarik zincirini kolaylaştırıcı uygulamalar emeğin maliyetini düşürüyor.Devletlerin de para arzı ile bir denge sağlaması da sermayenin geçici olarak fon kaynağı bulmasını sağladı.Bu nedenledir ki yeni bir sistem ve düzenle ilgili fikirler de kısa süreli bir gündem olarak kaldı.

Tablo 1: Geniş Tanımlı İşsizlik (Ocak 2019-Ocak 2020) (Bin)
İşsiz TürüOcak 2019 Ocak 2020Fark
Dar tanımlı işsizler4.6684 362-306
İş aramayıp çalışmaya hazır olanların tümü 2.311 2.786 475
a-İş bulma ümidi olmayanlar618 946 328
b- Diğer iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar1.693 1.840 147
Zamana bağlı eksik istihdam410 683 273
Mevsimlik çalışanlar163 129-34
Toplam 7.552 7.960 408
Kaynak: TÜİK Hanehalkı İşgücü Araştırması Ocak 2020, DİSK-AR tarafından hesaplanmıştır.

Bizi yakın olarak ilgilendiren Türkiye'de de TÜİK verilerine göre toplam işsizlik pandemi öncesi dönemde azalmadığı gibi 408 bin artış gösterdi.Bununla beraber açıklanan destek paketi hem kaynakların verimli kullanılmaması hem de fonların korunumu ve değer kaybı yaşanmaması ile ilgili verimsiz hareketler oluşan tablonun oldukça negatif göründüğüne işaret ediyor.Sanırım 2. çeyreğin bitiminden sonra pandemi sonrası tabloyu tam olarak göremeyecek olsak da üzerinden tahmin yapabileceğimiz bir veri ortaya çıkacaktır.Yakın zamanda resesyon havasının estiği çoktan bilinen bir durumdu.




ABD'de  Demokratların yoğun baskısıyla işsizlere 1000 $ destek paketi için çalışmalar yapıldı .Ne yazık ki bu veriler devlet tarafında her zaman olumlu görünüm yaratmış olsa da Mayıs 2020'ye kadar son 6 haftada 33 Milyondan fazla vatandaşın işsizlik hakları için başvuru yapmış olması tablonun ne kadar vahim olduğunu açıklıyor.


Bunun dışında ABD kaynaklı sorunların son 20 yılda Dünya halklarına ne kadar zor bir dönem yaşattığını bilsek de yıllar sonra adını Trump Etkisi olarak anacağımız her 2-3 günde bir yeni krizin başladığı bir dönemin varlığını da inkar edemeyiz.


Tüm bu veriler ışığında virüsün de yarattığı ivmeyle eğer üretimin makineleşme ve yazılımlaşmaya geçeceği bir dönemi yaşayacaksak tüm insanlığı paydasına alan yeni bir düzene geçilmesinin şart olduğunu,eğer yaşanmayacaksa da dünyayı büyük bir çatışmanın beklediğini öngörebiliriz.Kapitalizmle ılımlı demokrasinin artık yolları ayrılıyor.Belki de tam değişimin zamanı gelmiştir.







Devamını Oku »

11 Nisan 2020 Cumartesi

Bunlar hiçbir şey değil , Daha büyük şeyler Olacak !

Eğer bu yazıyı okuyorsanız,

Başlığı gördüğünüzde büyük ihtimalle benden büyük bir felaket tellallığı bekliyorsunuzdur.



Gökten taş yağacak,yer-gök bir olacak,kıyamet gelecek ya da dini bir objeden yola çıkarak daha mistik bir havada korku çanlarını zihninizde çalarak okuma seyrinizi  .

"Hadi ya!Bakalım daha başımıza ne gelebilir!" tarafına doğru çekerek yazıyı daha popüler bir konuya çekebilirdim.Ancak yazımın  konusu da tam olarak bundan ibaret.




     Sosyal Medya uygulamaları ve buna denk kitle iletişim araçlarının birçoğunda buna benzer haberleri zaten görüyorsunuz.Net bir altyapısı olmayan sadece yaşanılan durumların referans alındığı bir anlatım söz konusu.Eğer yaşanan tüm insanlığı etkileyecek seviyede bir durumsa akabinde  "Bundan daha kötü ne olabilir?"sorusunun cevabını alabileceğiniz gelecekte felaketin boyutunun ne olabileceğini tahmin eden tartışma programları,üzerine ilgili felaketin ifade edildiği kısa yazılı fotoğraflar ve daha fazlası...İçerik üreticiliğinin bu noktadaki pragmatik yanları kehanetlerin her alanda fazlasıyla oluşmasına da destek oldu.
Ancak işin enteresan yanı bu durumların atlatıldıktan sonra bu tarz yorumların unutulup geride bırakılması ve sorgulanmaması.Aslında burada bir parantez açıp gerçekten konuyla ilgili net bilgilerle direkt olarak duyduğumuz ifadelerin de duymazdan gelindiğini söyleyebilirim.Özellikle deprem felaketiyle ilgili olarak yaratılan spekülasyon yoğunluğu sebebiyle birçok doğru bilgi ve uyarı çoğunlukla gözden kaçmakta.Toplumun endişesi oldukça fazla kullanılmakta.


Bir durumun yaratabileceği yeni bir durumu tahmin etmek elbette mümkün.Örneğin birçok ormanın ya da alanın kentsel dönüşüm adı altında imara açılmasıyla gelecekte büyük bir rant çöplüğünün oluşabileceğini ya da Suriye'den Türkiye'ye kontrolsüz göçün gelecekte yaratacağı bölgesel sorunları tahmin etmek hiç de zor değil.Bu felaket haberciliği ya da kehanet gibi bir durum değil.

Bütün bunlarla beraber yaşananlardan ders almak yerine yeni kehanetlere inanmak daha kolay geliyor hepimize.

Bu konuyla ilgili Sokağa çıkma yasağının olduğu şu günlerde de bir Netflix dizisini de aşağıya bırakıyorum.İyi seyirler...







Devamını Oku »

16 Mart 2020 Pazartesi

EXCEL EĞİTİM ÇALIŞMASI'NA BAŞLADIM



Merhabalar,


Uzun bir süredir planlamış olduğum Excel ve Raporlama eğitim çalışmasına kısa bir süre önce başladım.Genellikle birçok iş için kullanacağınız İleri düzey Fonksiyonlu Excel Formülleri çalışmasına aşağıdaki linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.Gelecekte bunun dışında Finans başlıklı farklı eğitimler ve bilgiler sunacağım.Soru/önerileriniz ve özellikle de eleştirileriniz benim için oldukça önemli.Youtube üzerinden paylaşacağım için paylaştığım kanala abone olursanız yeni yüklediğim eğitimlerden hızlıca haberdar olabilirsiniz.İyi seyirler...😊

İLERİ DÜZEY FONKSİYONLU FORMÜLLER
Devamını Oku »

29 Kasım 2019 Cuma

İKTİSATÇI BELGESELİ’NE DAİR


         “iktisat aslında bir ahlâk bilimidir”
Eserin İstanbul Galasının gitmeyi planlamış olduğum BİFO konseriyle aynı güne denk geldiğini 3 hafta öncesinde öğrendiğimde tercihte biraz arafta kaldım.Yine de belgeselin özellikle iktisada dair olması ve bir zamanlar öğrencisi olduğum üniversite hocamın hazırlamış olması kararımda önemli rol oynadı.
Gösteri başlangıcında ekibin kıymetli hocalardan edindiği arşivlerin ve eserin kamera arkası görüntülerinin Arif Sağ - İnsan Olmaya Geldim türküsüyle beraber paylaşılması özellikle çok sevdiğim türkülerden biri olmasından kaynaklı beni fazlasıyla etkiledi.Aslında bu türkü zihnimde hep Aziz Nesin’in Soyadını alma hikâyesiyle ilişkili durur.Esere dönecek olursak girişte Günümüz Hazine ve Maliye Bakanı’nın seçim öncesi yapmış olduğu o meşhur dolar açıklamasıyla başlıyor.Açıklamaya başlayışıyla salondaki neredeyse tüm izleyenlerin kahkaha atması bir oldu.Bunun üzerine Korkut Boratav Hocamızın mesleklerin yozlaşmasıyla ilgili sözleri de giriş için fazlasıyla doyurucuydu.Her ne kadar eserin mesleğin gidişatıyla ilgili bir inceleme olduğu belirtilse de olay örgüsü Bretton Woods’dan Opec Krizine, Marx’tan Keynes’e ve hatta Keynes’le beraber Kapitalizm’de oluşan bahar havasının Sovyetler Birliği’ne karşı(yani Sosyalizm’e) mücadele etmesine kadar kısa detaylarla doluydu.Gerçi bu yargımın hocalarımızın bu dönemlerdeki yorumlarından hariç olarak anlatıcının didaktik anlatımları için geçerli diyebilirim.Ancak olay örgüsünde iktisat tarihi konusunda kabul ettiğim yargılarla karşılaşmak beni memnun etmedi diyemem.Fakat giriş kısmının 2. Yarısı için fazlasıyla kısıtlı bir bilgi geçidinin ana konu için yararlı olup olmadığıyla ilgili kararsız kaldım diyebilirim.
1402 Sayılı Kanun’la beraber Türkiye’nin en değerli İktisatçılarının tehlikeli ibaresiyle meslekten uzaklaştırılması ve o dönemde yaşadıkları trajikomik olaylar izleyiciyi en fazla etkileyen kısımlardan biri olduğunu düşünüyorum.Tabi Prof.Sadun Aren’in unutulmaması ve bu belgesele dahil edilmesi beni en etkileyen noktadır.Sadun Aren ve Korkut Boratav gibi hocalarla okul içerisinde  herhangi bir kaynaktan ulaşamamak da bugünün iktisatçı hocalarının sorunu.Tabi bu konuya son kısımda girmeyi planlıyorum.
Final Kısmında Türkiye’nin son 20 yıldaki iktisadi koşul ve gidişatıyla beraber tüm akademisyenleri etkileyen kararlar ele alınıyor.Bu kısımda oldukça duygusal ve etkileyiciydi.
İşin aslına bakarsanız izlediğim birçok iktisadi belgeselde duygusallığın böylesine işlendiği bir anlatımı görmedim.Yani sanatsal duygular ve hisler belgesel için söz konusu ve bu büyük bir başarı.Bitiş kısmının bir anda olması ve tam bir sonuca bağlanmaması bende eserin bir belgesel serisi olacağı izlenimini uyandırdı.Tam olarak bir başyapıt niteliğinde olan eserin böylesine kopuk bitişi beni üzmedi diyemem.
Galanın sonundaki Soru-Cevap kısmı bir yandan hüsrana diğer yandan da daha fazla çalışma hissine itti.
Marmara İktisat mezunu bir arkadaşımızın sorusu,üstüne Hukuk mezunu bir arkadaşımızın enerji ve dış ticaret açığı ile ilgili söylemleri ve onun üzerine yapılan yorumlar beni gerçekten bu meslekteki hocaların iktisat için daha fazla canla başla çalışmaları hissini uyandırdı.Bunun haricinde Çiğdem hocamızın aslında farklı bir anlamda ifade etmiş olmak istese de bu ülke içerisinde 10 kişiye dahi yazarak ulaşmanın bu toplumun iktisadi sorununa ya da toplumsal sorununa çözümüne katkısının olmayacağını ifade etmesi de derinden üzdü.Hatta kendi eserinin de bir çözüm olmadığı ifadesi de bu üzüntüyü katladı.Türkiye gibi bir toplumda herhangi kimsenin çözüm için yazdığı değil bir paragraf 1 kelime dahi yazması umuttur.Böyle konularda daha çok lokal yaklaşım düşünülmeli.Bir kişinin 100 arkadaşı var ise 10 tanesine fikrini yansıtması başarıdır.Hatta 10 kişinin ona dönüt olarak eleştiri yazısı yazması yeni 10 kişileri doğurabilecektir.Bir anda matematik problemi gibi 10 kişiden  111 kişiye çıktı sayımız.Bunun haricinde salon içerisinde soruları tam da netleşmeyen arkadaşlarımıza cevaben dönen bazı hocaların da gözlerini kısarak yanıt vermeleri ilginç ötesi şaşırttı.Çünkü bu arkadaşlar öğrencilerdi ve mezun oldular.Belki onların elinden mezun oldu belki de olmadı.Fakat arkadaşlarımızın sorudaki tıkanıklıkları ve iktisatla ilgili net olmayan ifadeleri nedeniyle orada bulunan tüm değerli iktisatçıların şapkasını çıkarıp önüne koyması gerektiğine inanıyorum.”Öğrencilerimiz eser içerisinde izlediğimiz ve tasvip etmediğimiz iktisatçıların jargonuyla konuşuyorlar.Nerede yanlış yaptık?”
Süreç zincirine 90’ların neden eklenmediğine dair soru soran arkadaşımız aslında güzel bir pas atmış olsa da sorunun cevabı sanırım salondaki rabarbadan tam yerli yerine oturmadı.Son olarak Cari Açıkla ilgili bir soruya dışa bağımlılığın tüm kalemlerinin önemli etkisi olduğu cevabı verilmiş olsa da cari açığın ya da cari fazlanın refah seviyesine etkisi ya da tamamen bir iktisadi kurtuluş olduğu söylenemez.

Bizi böylesine güzel bir eserle buluşturan Çiğdem Hocamıza,zaman ayırıp röportaj veren kıymetli hocalarımıza ve diğer tüm kamera arkası ekibine teşekkür ediyor ve kendilerini Hasan Hüseyin’in güzel bir şiiriyle selamlamak istiyorum:

“biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında su
torbasında ekmek
ve kemerinde kurşun kalmamışları
ayakta tutabilir
biliyorum
şiirle şarkıyla olacak iş değil bu
dalda narı
tarlada ekini kızartmaz güvercin gurultusu
ama yine de
diler arasında bıçak gibi parlar kavgada
şiirin doğrultusu
göz güzü görmez olmuş
tek bir ışık bile yok
yürek bir yaralı şahindir
döner boşlukta
belki bir şiir
belki bir şiir kırıntısı
çalar kapımızı umutsuz karanlıkta
yoklar yüreğimizi
iğilir yaramıza
dağıtır korkumuzu
ve karşı tepelerden
gürül gürül bir kalk borusu”
Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

Devamını Oku »

10 Eylül 2019 Salı

Kripto Paralar'ın Geleceği





Uzun bir gündem yoğrulmasından sonra yazmak istediğim konuyu biçimlendirerek geçen vakitten kaynaklı yazı yazma işini bir hayli aksattım.Fakat bu süre zarfında sürekli fikirlerim evrildi.Haliyle çevremdeki arkadaşlarımın konuyla ilgili fikirlerinin de katkısı oldu.
Geçtiğimiz ay ABD Başkanı  kripto paralara karşı(aslında kripto para çıkarmak isteyen Facebook ve birçok dijital medya şirketine ithafen) çok sıcak bakmadığını ve sempati duymadığını açıkladı.Donald Trump kendi penceresinden haksız sayılmıyor. Fakat bu iki safın (devlet ve özel sermaye) sertleşecek çekişmesinin pek de olumlu bir tarafı görünmüyor.

Hemen bir zaman makinesine binip  tarihte 100 yıl öncesine gidelim.Yani  Kapitalizmin klasik dönemine.Bu dönemde sermayeye devletin komplike uzanamadığı alanlarda birçok özgürlük tanınmıştır.Emek sömürüsünün bir harfi dahi literatüre sığmayacak uygulamalar yapılıyor,işçilerin güvenli koşullar altında çalışması bir yana dursun maaşlarını dahi fabrikatörlerin sadece fabrikaya ait marketlerde alışveriş yapabilecekleri para tipi kuponlarla alıyorlardı.

Söylediğimiz aralıktan sonra Kapitalizm hem bu gaddarlığından kaynaklı hem de kendi iç arızalarından kaynaklı sürdürülebilirliğini kaybetmiştir.Daha sonrasında ise kendi içinde reforma gitmiştir.(Tabi SSCB örneğinden kaynaklı karşı bir etki yaratmak için eşitliği hafif  tattıran yaptırımlar da olmuştur.)Kapitalizm kurumsallaşmada kendi iç devrimini yapmış ve paranın mevzuatını genişletmiştir.

Günümüze dönersek Kapitalizm 19-20. yy.'da insanlık nazarında sosyalizmle çatışmasından sonra ayağına çelme takacak bir sorun yaşamadı.Fakat şimdi kendi içindeki paydaşların çatışmasıyla karşı karşıyayız.

Kripto paralar hayatımıza girmeleriyle birlikte yaşam içinde birçok alanda mübadele aracı olmaya başladı.Aslında merkez bankası olmayan bir para birimi desek çok da yanlış olmaz. İşte burada Devletler ve Şirketler büyük bir yol ayrımına düşüyorlar.
Birçok devletten güçlü olan ve neredeyse her yerde nüfuzu  olan sermaye sahipleri artık devletlere bağlı olmayan ve volatilitesini devletlerin belirlemediği bir para birimlerinin olmasını çok da anlamsız bulmuyorlar.Hatta devletler arasındaki anlamsız gerginliklerden kaynaklı kendi kasalarındaki değerin artıp azalmasının adaletli olmadığını da savunabilirler.Büyük ihtimalle bu hayalleri uzun zamandır olsa da kripto paralar dönemine kadar bunu gerçekleştirme fırsatları olmamıştı.
Fakat 21. yy.'da çağdaş ödeme yöntemlerinin büyük çoğunluğunun sermayede bulunması bu düşünceyi gerçekleştimek için büyük bir güç sağlıyor.Ayrıca kripto paraların(özellikle Bitcoin) küresel bilinirliği de bu konuda avantaj.

Donald Trump'ın ifadesine dönecek olursak söylediklerinin bütün insanlığın çıkarına olmadığını her ne kadar bilsek de kripto paralara karşı söylediklerini bu alanda genişletip kamuoyu yaratabilir.
Devamını Oku »

8 Temmuz 2019 Pazartesi

TCMB Hükümete Bağlı Değildir

Öncelikle gündemdeki sorunu incelemeden kısaca TCMB'yle tekrardan tanışalım.
"Madde 1- (21/4/1994 tarihli ve 3985 sayılı Kanun ile değiştirilen şekli) Türkiye'de banknot ihracı imtiyazına münhasıran sahip ve bu Kanunda yazılı görev ve yetkileri haiz olmak üzere "Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası" unvanı altında anonim şirket olarak bir banka kurulmuştur. "
Bu hatırlatma sonrası TCMB'nin temel görevlerinin başında fiyat istikrarını sağlamak,Türk Lirası'nın iç ve dış piyasada değerini korumak ve Altın-Döviz rezevlerini yönetmek olduğunu hatırlatmakta da fayda var.
Anahatlarıyla baktığımızda Anonim Şirket olarak görünümünü bağımsızlığının vurgulanması için yapıldığını açıkça görmüş oluyoruz.Yani TCMB tam olarak hükümet yönetiminin ibra edip yöneteceği bir kurum değil.Bununla beraber içerisinde 4 sınıf hisse senedi paylaşımıyla birlikte paydaşları olan ve Hazine'nin de bu paydaşlardan biri olan bir kuruluş.
TCMB'nin fiyat istikrarını sağlamakla beraber bu amacı gerçekleştirebilmek için de enflasyon hedefinin olması ve bu hedefe uygun politikalar uygulaması beklenir.Bu politikaları uygularken de daha rasyonel bir sürecin oluşması için hükümetle işbirliği içerisinde olur.
"Banka, para politikası hedefleri ve uygulamalarına ilişkin dönemsel raporlar hazırlar ve kamuoyuna duyurur. Raporların hangi dönemler itibarıyla hazırlanacağı, kapsamı ve 15 açıklanma usulü Bankaca belirlenir. Banka, belirlenen hedeflere ilan edilen sürelerde ulaşılamaması ya da ulaşılamama olasılığının ortaya çıkması halinde, nedenlerini ve alınması gereken önlemleri Hükümete yazılı olarak bildirir ve kamuoyuna açıklar. "
Fakat işler istendiği gibi gitmez ve enflasyon hedefi gerçekleşmezse(ya da hedefin %2 üzerinde sonuçlanırsa)mevcut hükümete açık mektupla bunun nedenlerini ve alınabilecek tedbirleri kamuoyuna sunar.Buraya kadar anlaşılanın üzerine bu sistem içerisinde TCMB'nin izleyeceği politikalar belirlidir ve gökten elma düşürecek bir durumu yoktur.Yani bir arabayı örnek olarak alırsak sistem içerisinde aracı çalıştırma,hareket ettirme ve durdurma süreçleri açıktır.
201357,4
201458,2
201558,8
201658,5
2017511,92
2018520,30
20195-
20205-
20215-
Yukarıdaki tabloda TCMB'nin hedefleriyle gerçekleşmesinin son 5 yıllık,mevcut ve  gelecek 2 yıl içerisindeki hedeflerini görmekteyiz.Bununla beraber bu 5 yıllık süresince TCMB hükümete açık mektuplar yazmıştır. 2019 Açık Mektup 
Yani tekrar verdiğim araba örneğine dönecek olursak kullanma kılavuzu bulunan,işlevinin ne olduğu belli bir makineye "Hey!Sen hayatımızı ve mevcut düzenimizi mahvettin!"demek yerine sürücünün bilmediği halde neden sürekli arabanın parçalarıyla oynadığını ve ehliyetini sorgulamak daha tutarlı olacaktır diye düşünüyorum.Ki bunun yanı sıra TCMB Başkanı bu süreçler içerisinde yetkileriyle beraber sorumlulukları da olan bir karakter.Fakat hükümetin kendi hayallerinden başka  ne bir kullanma kılavuzu ne de bir araba kullanma ehliyeti mevcut.
Tek adam anlayışının dayatıldığı sistemin de 2/07/2018 KHK'sı ile TCMB'nin içerisine bağımsızlığını yok edecek şekilde nasıl sızdığını TCMB Kanunu 'nda görebilirsiniz(İçerisinde Cumhurbaşkanlığı kavramının geçtiği bol KHK'larla karşılaşacaksınız).Aslında iktisatçı birçok hocamız gündemi suni şekilde yazılarında işleyip atlamasalar ve biraz daha aydınlatarak üzerinde dururlarsa belki de kamuoyuna daha fazla yansıyabilecek.
Son olarak Mevcut hükümet ve eski hükümetlerin hepsinin temel sosyal sorunları ve iktisadi sorunları çözme umuduyla gelmesiyle yaratılan balonun havası bazen uzun bazen kısa da sürse bitmektedir.Daha sonrası da malumunuz tekrar kriz ve tekrar resesyon dönemleri.
Demem o ki TCMB burjuva hukuku çerçevesinde kendi iç hukukunu önceleri daha demokratik bir şekilde işletmiş olsa da bu durum sorunların sürekliliğini ve sistemin sorunlu olmadığını kanıtlar nitelikte değil.Bugün Yaşadığımız coğrafyaya daha insani ve daha demokratik yeni yaşamsal örgütler ve iktisadi organizasyonlar kurulmalı.
Devamını Oku »